1992 yılında yayımlanan ‘İsa’nın Oğlu’ kitabında bağımlılığın gücünü ve bağımlılığı alt edebilecek tek şey olarak Tanrı’nın vecd deneyimini işleyen Denis Johnson, ‘Tren Düşleri’nde ise yalnızlığı alt metin olarak alır. Yirmili yaşlarını alkolizm ve diğer bağımlılıkları ile mücadele ederek geçiren Johnson’un hayatının buhranlı döneminden izler taşıyan bu iki kitabından ‘İsa’nın Oğlu’ bir başyapıt, aşkın, ufuk açıcı olarak nitelendirilirken, ‘Tren Düşleri’ birçok otorite tarafından minyatür bir destan olarak adlandırılır.
Yazdığı kurgu dışı, şiir ve kuram yazılarında gerçekliği, gerçekliğin geçişini ve hayalleri kılavuz alan Johnson’un, Iowa’daki öğrencilerine bir yazarın isteyebileceği tek şeyin Shakespeare olmak olduğunu söylediği bilinir. Gerçek ve hayal arasına sağlam bir köprü kuran bu kavram, Johnson’ın amansız hırsının bir göstergesi olduğu gibi, yazdıklarının da kılavuzudur. Öyle ki Johnson için yazmak bir kariyer meselesi değil, kararlılıkla sonuna kadar gidilecek bir meslektir.
Denis Johnson’un yazarlık öğrencilerine dikte ettiği üç cümle vardır: Çıplak yaz. Kanla yaz. Sürgünden yaz. ‘Tren Düşleri’ tam da böyle, çıplak, kanla ve sürgünden yazılmıştır. Sürgün kavramı, ‘Tren Düşleri’nin ana karakteri Robert Grainier’ın içsel olarak sürdürdüğü ve aidiyet hissini bularak kurtulmaya çabaladığı bir metafor olarak karşımıza çıkar.
Gaye Keskin, Gazete Duvar
Yazının devamı için tıklayınız: https://www.gazeteduvar.com.tr/denis-johnsondan-tren-dusleri-haber-1616268